Pazartesi, Aralık 03, 2007

yapılacak olan 3 sunum ve 2 raporun verdiği gerginlik

garip bir şekilde boş olduğum zamanlarda değil de, sınavlarımın sunumlarımın ve ödevlerimin üst üste geldiği zamanlarda bloguma yazmak istiyorum. bu sayede boşalıp rahatlıyorum zannedersem.

şimdi size programımı anlatmak istiyorum

çarşamba günü sunum ve rapor

haftaya salı sunum ve rapor

haftaya cuma sunum ve ödev raporu

salı günkü ödevim nispeten kolay ancak openoffice'le ateşkes imzalayıp sunumumu bitirmem gerekiyor. çünkü anlamadığım bir hatadan dolayı sürekli sunumlarımı yiyor. haftaya salı günü olan sunumun makalesi ise hayli uzun ve daha başlamadım. ancak cuma günkü ödev en zoru olacak. çünkü okumam gereken 10-15 arası makale var ve hepsi de en az 7-8 sayfa. offff baktıkça gözümde büyüyor.

yarın akşam eve gelmeden önce bi kaç koli redbull ve burn almayı planlıyorum. yoksa bu zorlu 2 hafta geçmez. haftaya gazetelerde şöyle bir manşetle karşılaşmanız olasıdır:

"yüksek lisans öğrencisi ders çalışırken öldü"

şans dileyin bana......

qgoldengrid ya da altın oran

pardus gezegeninde gezinirken geliştiricilerden faik uygurun yazdığı şu yazı dikkatimi çekti. faik bey altın oran hakkında küçük bir araştırma yapmış ve bu oranı, tasarım kaygısıyla kullanmak için, bir de program bulmuş(garip bi cümle, ama anlamına bakın sız :)). ancak program ücretli olduğundan (yaşasın özgür ve açık kaynaklı yazılım) demosunda çerçeveler geçirgen olmuyor ve tasarım için kullanamıyorsunuz. ama faik bey boş durmuyor ve kendine bir program yazıyor. ismi qgoldengrid. gerçi daha genç bir program olsa da temel işlevini yerine getirdiğini de ekliyor faik bey. tahmin edebileceğiniz gibi çerçeveler yarı geçirgen ve tasarım için rahatlıkla kullanılabiliyor.

programı derlemek için öncelikle (pardusçular için) pisiden qt4 yüklemelisiniz. sonra şuradan indirdiğiniz arşivi istediğiniz bir yere açın. açtığınız dizinde f4 e basın ve yeni bir konsol açın.

$ qmake-qt4
$ make
$ sudo make install

root şifrenizi girin ve programınız hazır. programı konsoldan değer vererek çalıştırmanız gerekiyor. mesela qoldengrid 900 6 değerlerini vererek kullanabilirsiniz. çerçeveler yarı geçirgen olduğu için kırmızı ızgaralardan tutup taşımanız gerek. kırmızı ızgaralara sağ tıkladığınızda tasarım ihtiyacınıza uygun olan ızgara çeşidini seçebilirsiniz.

yaşasın özgür yazılım.....

Cuma, Kasım 09, 2007

derslerden olabildiğince bunalmak....

kendimi hep maymun iştahlı biri olarak görmüşümdür. ne zaman bir şey yapmaya karar veririm, ve aynı anda bilinç dışım mazeretler üretmeye başlar. dolayısıyla bir süre sonra yaptığım işten sıkılırım, yarım bırakırım. sonra o yarım bıraktığım işler bir dağ gibi bir kenarda birikir ve canımı sıkmaya başlar.... neyse, gerçekten derslerden bunaldım artık. bu hafta beni bekleyen, 2 ödev 1 sunum ve 1 sınav var. ben ise bilgisayar başına geçmiş müzik dinliyorum. evet yapmam gereken bir sürü iş var ama ben sadece müzik dinliyorum. ha bir de blog yazıyorum o ayrı. :)

müzik demişken son günlerde bir albüm takıntısı başladı bende. açık kaynak dünyasının nimetlerini sonuna kadar kullanmaya çalışan bir linux - pardus kullanıyorum - kullanıcısı olarak, amarok yardımıyla albüm koleksiyonu yapmaya başladım. tabi evimize sonunda - türk telekom grevde ama insanın babası telekomcu olunca bir başka oluyor - bağlanan internet sayesinde rapidshare dünyasına daldım. ( sharebus adlı sitede envayi çeşit müzik, video, film ve ıvır zıvır bulmanız mümkün. ) hep albümünü indirmek istediğim kerem görsev'den başladım. fahir atakoğlu, cem köksal ve demir demirkan'la devam ettim. özellikle cem köksal'ı eğer dinlemediyseniz tavsiye ederim. hatta aşağıda izleyin. :)




winding road gerçekten güzel bir parça. uzun zamandır böyle güzel bir şarkı dinlememiştim. ayrıca demir demirkan'ın ateş yağmurunda çırılçıplak adlı son albümünü de mutlaka dinleyin derim. Ayrıca bu albümün çok önemli bir özelliği var. albümdeki parçaları sırayla dinlerseniz, gerçek anlatılmak istenene ulaşabilirsiniz ancak. çünkü parçalar gelişigüzel yerleştirilmemiş ve sadece baştan sona dinlediğinizde anlam bütünlüğünü anlayabiliyorsunuz. Hadi bir de nafile adlı parçayı koyayım da izleyin. ayrıca şunu da okuyun derim.

"demirkafalar"




neyse. ben derslerime döneyim. zaten sabaha kadar uyuyamicam bu gidişle...

Salı, Eylül 25, 2007

evden çıkartılmak - ev aramak ....

bir evden daha çıkartılıyoruz zannedersem. hikayesi de oldukça trajikomik aslında. öncelikle şu yazıyı okumanızı tavsiye ederim ki ev arkadaşlarımı tanıyabilesiniz...
neyse gelelim konumuza. biz pendik/güzelyalı'da oturan 4 tane öğrenciyiz. bilirsiniz öğrenci olunca ( hele ailenizden ayrıysanız ) kalcak yer bakımından oldukça zorlu geçer. tabi aslında bu kaldığınız semt ve apartmanın durumuyla da alakalıdır. tutucu bir bölgede yaşıyorsanız hareketlerinize dikkat etmeniz gerekmektedir. eve girip çıkanlara dikkat etmeniz, çok fazla gürültü yapmamanız gerekir. eeee bizde pendik/güzelyalı'da oturduğumuza göre bayağı zorlanıyoruz diyebilirim.
sorun aslında oldukça komik. biz geçen haziranda oturduğumuz evden "nazikçe kovulduk". bu sıralarda alper work and travel programı için amerikaya gitmişti. biz de 3 kişi olarak ev aramaya koyulduk. sonunda bir emlakçıdan ev bulduk. biraz yıpranmış bir 3+1 ev. çıktığımız evle karşılaştırınca bayağı küçük ve bakımsız kalıyordu ama işimizi de görürdü. hemen evi tuttuk ve sonraki hafta da taşındık.
ancak apartman bayağı sorunluydu... sahil tarafına inmemize rağmen taassup iklimi bayağı sertleşmişti. sonuçta böyle sert bir iklimde 4 tane öğrenci hoş karşılanmadı. oysa bizim kimseye karıştığımız yok ki :) ancak işin komik tarafı da şu. emlakçı şimdi evi 3 kişiye verdiğini iddia ediyor. ve bir kişinin çıkartılmasını istiyor. ne kadar garip bir durum tahmin edin. şimdi kimin çıkacağı hakkında tartışmalar yapıyoruz.
ancak benimle alakalı olan durum daha da vahim. emlakçıyla küçük bir tarrışma yaşadığım için, benim gitme ihtimalim şu anda yüksek gibi görünüyor... acilen ev bulmam lazım...
pendik civarında oturuyorsanız ve yanınıza birisni arıyorsanız lütfen benimle temasa geçin :)

Perşembe, Eylül 20, 2007

ders kayıdı bitti, kısa bi macera..

upuzun bir aranın ( yaklaşık 6 ay ) ardından yeniden okulumdayım.... açıkçası özlemişim okulumu. aslında gece sabaha kadar uyuyamadım, okulun ilk günü olduğu için. saçma ama heyecan benim tabiatımda var, engelliyemiyorum. :) bu yüzden de sabah kalktığımda saat 10 olmuştu. ben alık alık saate bakarken, motor reflekslerim otomatik olarak işlemiş ve üstümü giyinmeye başlamıştım bile. danışman hocam izinde olduğu için, sadece bir kaç saatliğine okula gelecekti. bu yüzden o okula gelmeden önce hangi dersleri seçeceğimi kesinleştirmeliydim. gerçi alacağım 4 dersten 3'ünün açılacağını biliyordum ama tedbiri elden bırakmamak gerekirdi.zaten okula geldiğimde de hocalarla konuştum ve o derslerin açılacağını doğrulamış oldum. geriye 1 ders kalmıştı. programa göre çarşamba sabahı olan "biyoteknolojiye giriş" dersini seçersem, 2 günüm blok halinde olcaktı. böylece 3 gün de bana kalacaktı. hocalarımdaki genel kanı da biyoteknolojiye giriş dersinin açılacağı yönünde olunca, dersi yazmakta bir sakınca görmedim. buradaki sorun şuydu, dersin hocası tatildeydi ve ben de diğer hocalara güvenmek zorunda kalmıştım.


bu süre zarfında danışman hocam da okula gelmişti. nedendir bilinmez bir anda içimde "biyoteknolojiye giriş" dersinin hocasını aramak isteği doğru. sekreterlikten telefonunu aldım ve hocayı aradım. telefonu kapattığımdaki surat ifademin fotoğrafını çekebilmek isterdim ki buraya koyup sizi güldürebileyim. :) hoca dersi açmıyordu! o andan sonra fellik fellik dolaşarak hocalardan ders aramaya başladım. danışman hocam da kızarak söyleniyordu bana bu arada. e haklı sonuçta. ders bulsam da diğerleriyle çakışıyordu ve bu danışman hocamı daha da kızdırıyordu çünkü kısa bir süre sonra gidecekti. sonunda "özel mikrobiyolojik yönemler" dersinin hocasıyla, ders saatini değiştirmek konusunda uzlaştık ve ders kaydımı yaptım. bu arada danışman hocam da tatlı sert takılıyordu bana. sonuçta sorumluluk bana aitti.


şimdi dersi çarşambaya aldırmayı planlıyorum. bu sayede yine blok haline getirmek istiyorum derslerimi. umarım başarırım...

Çarşamba, Eylül 12, 2007

başarı ve başarısızlık...

haftaya yüksek lisans ders kayıtlarım var. pek göstermiyorum ama çok heyecanlıyım. gerçi hayatımın her evresinde heyecanlı bir insandım, hala da öyleyim. ara sıra bunun değişmeyip hep böyle kalacağından endişelenmiyor değilim, ama korkunun ecele faydası yok. hayata bir yerden başlamak zorundayız.

evet bir yerlerden başlayıp başarılı olmak zorundayız. bunun için de başarılı olacağımıza inanmalıyız. bu çok zor bir şey gibi görükse de o kadar zor değil. mesela şimdi bir şey istiyorum sizden. sağ elinizi yumruk yapın ve içinizden "yumruğumu açmayacağım" kelimesini tekrarlayın. sonra elinizi açmaya çalışın. ne oldu? elinizi açamadınız! açamazsınız da! çünkü elinizi açmak istemiyorsunuz. yani ne yapmak isterseniz, onu yaparsınız. çok basit :)


başka bir açıdan bakalım....

hayat aslında öğrenilen bir alışkanlıktan ibarettir. küçükken öğrenmeye başlarsınız. iyi, kötü, doğru, yanlış hepsini yavaş yavaş toplarsınız bilinçaltınıza. en basitinden babanızı, annenizi, öğretmeninizi, arkadaşınızı örnek alırsınız. kimi örnek alırsanız alın eninde sonunda bir modele tabii olacaksınız. aldığınız modellere göre kişiliğinizi "öğrenecek" ve o şekilde yaşamaya "alışacaksınız". işte bu şekilde yaşamımızı yönlendiren önkabullerimizi oluşturuyoruz ki bunlar değiştirilmesi zor olan temel yargılarımızdır.

o zaman hayatın bir tanımını yapmak istiyorum izninizle: "hayat, örnek aldığımız modellerden geliştirdiğimiz önkabullerimizle birlikte oluşan bir alışkanlık." nasıl bir tanım sizce?

hayat gerçekten öyle bir alışkanlık ki, bunu geliştirirken farkında bile olmuyorsunuz. mesela ne zaman yürüdüğünü bilen var mı bu dünyada? hatırlamazsınız ama bir şekilde öğrenirsiniz. başka bir örnek vermek istiyorum. elinize bir kağıt alın ve katlayın. sonra hangi yöne katladığınıza dikkat edin. peki neden bu yöne doğru katladınız? bir kere daha katlayın. bu sefer nasıl katladınız? büyük bir ihtimalle aynı şekilde katladınız. kağıdı ilk katlamaya başladığınızdan beri öğrendiğiniz bir yöntem vardır. ve onu tüm hayatınız boyunca kullanırsınız. ancak kağıdı ilk defa nasıl katladığınızı hatırlamazsınız. şimdi kağıdı açın ve farklı bir şekilde katlayın. sağ elle değil de sol elle katlayın. garip gelecektir belki. işte kağıt katlamanın farkındalığına vardınız. hiç dikkat etmiyordunuz değil mi?



peki, aykırı bir soru, yaşadığınızın farkında mısınız?

gelelim konumuz olan başarı ve başarısızlığa.kişiliğimizi oluşturan önkabullerin içinde başarı varsa başarılı oluruz. yani bir bakıma başarı sadece kazanılmış bir alışkanlıktan ibarettir. başarıyı öğrenen insan nasıl başarılı olacağını bilir ve o yönde gider. başarısızlığı öğrenen insan ise, ne yapar ne eder başarısız olmanın yollarını araştırır ve başarısız olur. ama başarılı olmayı da öğrenebilir. yanlış öğrendiğiniz bir bilgide ısrar eder misiniz? bile bile haksız duruma düşmeyi istemezsiniz herhalde. başarılı olmak varken niye başarısız olasınız değil mi?

aslında bakıldığında başarılı olmak pek de zor görünmüyor. ne dersiniz?

Pazartesi, Eylül 10, 2007

istanbul tasarım haftası

istanbul her sene bir çok uluslararası etkinliği ev sahipliği yapıyor bildiğiniz gibi. şu sıralarda da iki önemli etkinlik istanbullular'la buluşuyor. bunlardan birisi ,bu sene üçüncüsü düzenlenen, istanbul tasarım haftası - ama bitti maalesef - diğeri de 10. uluslararası istanbul bienali. sonuçta böyle önemli etkinlikler yapılırken gitmemek ayıp olur diye düşünerek, kardeşimle birlikte doğru balat'ın yolunu tuttuk.

öncelikle organizasyonun amacından bahsetmek istiyorum. istanbul tasarım haftası, üretici firmaları-tasarımcıları-genç yetenekleri-profosyonelleri ve tasarım tutkunlarını bir araya getirmeyi hedefliyor. bu sayede de daha geniş bir kitleye ulaşmanın önü açılmış oluyor ki yapılan - modern sanat anlamında - tasarımların sadece belli bir gelir seviyesine sahip kitleye hitap ettiğini düşünürsek, çok önemli bir şey olduğu ortaya çıkıyor.

eski galata köprüsüne gelirsek... organizasyon sorumluları bu tarihi köprüyü oldukça yaratıcı şekillerde kullanmışlar. onu da tasarmının bir parçası haline getirmişler. bununla ilgili idw sitesinde şöyle bir cümle gözüme çarpmıştı,

idw'de mekan yaratıcılığı kısıtlamaz, ancak yaratıcılığınız mekanı sınırlar.

bu sözün ne kadar doğru söylendiğini ancak oraya gittiğinizde anlayabiliyorsunuz. çünkü köprü bir tasarım malzemesi olarak kullanılmakla kalmıyor, körünün yapılma nedeni olan su da bununla bütünleştiriliyor ve ortaya suyu tasarım nesnesi olarak kullanan tasarımlar ortaya çıkıyor. bu da su üzeri sergi alanında görülebilmekte. zaten az sonra fotoğrafını da göreceksiniz.

içeri girdiğimizde o kadar yaratıcı tasarımlarla karşılaştık ki ağzımız açık kaldı desem yeridir. tasarımcılar gerçekten yaratıcılıklarının sınırlarını zorlamışlar. mesela aşağıdaki fotoğrafa iyi bakın. :) kim evin de sadece iki kişi için tasarlanmış bir koltuk istemez. ( altında yazan yazı: sculptured ergonomy for making love )


aynı zamanda türk tasarımcıların da bolluğu nedeniyle, kültürümüze özgü bir çok tasarımı da görme şansımız oldu. mesela tavla ile birleştirilmiş bir koltuk nasıl olurdu? veya şiş kebap yemek için tasarlanmış özel bir tabak? bunların dışında sadece istanbul'dan esinlenen tasarımlar da var. 5 senses of istanbul adlı projede, tasarımcıların istanbul'dan esinlenerek oluşturduğu tasarımları inceleyebilirsiniz. mesela aşağıdaki fotoğrafa bakın bir. benim favorim olan tasarımlardan birisi aslında. dikkat ederseniz eninde sonunda merkezde birleşen kenarları göreceksiniz. aynı istanbul gibi. :)


tabi gördüklerimiz bunlarla sınırlı değil. ev dekorasyon tasarımları da gerçekten görülmeye değerdi. bir çok ihtiyaca göre hazırlanmış ve farklı bir bakış açısı getirmeye çalışan tasarımlardı hepsi. en çok kitaplıkları beğendiğimi itiraf etmeliyim. aşağıdaki fotoğrafta ise favorim olan bookworm. yandaki de kardeşim. :)

evet fuarımızın amacı tasarım. işte hürriyet de bunu yapmak için fuardaydı. isteyenler, günlük gazeteden kestiği küpürler veya imac'in başında hürriyetin anasayfasını tasarladı. gerçekten çok zevkliydi. baktım küpür kesmekle olmuyor, geçtim imac'in karşısına ve ben de bir anasayfa tasarladım. bu sayfalardan en beğenilenleri hürriyet gazetesinde yayınlanacakmış, haberiniz olsun. :)

tasarım denilen şey gerçekten sınır tanımıyor. efes pilsen bira kutularından bir şeyler tasarlamak isteyen var mı? efes pilsen gerçekten çok hoş bir çalışmaya ortaya koymuş. hazırlanan masalarda, isteyenler ellerine alet edevat ve boş bira kutuları alıp özgürce tasarım yaptılar.

tasarım bir şeyleri sorgulamak demek aynı zamanda. akbank'ta bunu düşünerek, su kullanma alışkanlıklarımızı sorgulayan bir tasarıma imza atmış. aslında tasarım demek yanlış bir tanımlama, daha çok sosyal bir etkinlik. ama tam bir tasarım ruhu taşıyor. buradaki amaç suyu kumbarada biriktirmek. yani bir su kumbarası oluşturarak, kullanmadığımız fazla suyu saklamak. ben de gittim ve 1 bardak suyu kumbaraya döktüm. aynı zamanda bu etkinlik, yukarıda bahsettiğim suyu tasarım nesnesi olarak kullanan tasarımlardan birisi. suyu tasarım nesnesi olarak kullanan tasarımlardan birisi de aşağıdaki fotoğrafta görülüyor. suyun üzerine gerilen bir file ile çok yaratıcı bir kullanım alanı ortaya çıkıyor. oldukça da rahat. :)


son olarak en başta, tasarımların belli bir kitleye hitap ettiğini yazmıştım. ancak şu site de uygun fiyata oldukça güzel tasarımlar satın alabilirsiniz.

evet şimdi sırada istanbul bienali var. yakında onunla ilgili bir yazı da gelecek, bekleyim.. :)

Cuma, Nisan 06, 2007

Ağrıyan Dizim, Bilinçdışımın Söylemleri ve EFT

Son bir haftadır ağrıyan bir dizle uğraşmak zorundaydım. Aslında ağrı demek doğru değil, sanki orada bir boşluk var gibi ve dizimin hareketini engelliyor.

Baktım dizimdeki bu boşluk hissiyle uğraşamıyacağım, bende uzun zamandır kullanmadığım bir teknik olan EFT (Emotional Freedom Technque-Duygusal Özgürleşme Tekniği diye çevirdim)'ye başvurmaya karar verdim.

EFT, vücuttaki bazı hassas noktalara vurarak, söylemlerimizin bilinçdışımıza (bu konu hakkında ayrı bir yazı hazırlayacağım) ulaşan kapılardan daha rahat geçmesini sağlıyor. Yani bir yandan o noktalara baskı uygularken bir yandan da bilindışımıza söylemek istediklerimizi tekrarlıyoruz. Biraz saçma geldiğinin farkındayım. Ama işe yaradığını kesinlikle söyleyebilirim.

Örnek vermek gerekirse. Belinizin ağrıdığını düşünün. Bu bel ağrısının bir önceki gün taşıdığınız ağır poşetler yüzünden olduğunu da bildiğinizi varsayalım. İşte böyle br durumda EFT kurtarıcınız oluyor. Bir yandan hassas noktalara vururken bir yandan da bilinçdışınızı rahatlatan bir konuşma yapmanız gerekiyor:
Dün taşıdığım ağır poşetler yüzünden belimin ağrıdığını biliyorum, bunu kabulleniyor, kendimi seviyor ve affediyorum.

İşte bu cümleyi birkaç tur boyunca tekrarlamanız bilinçdışınızıda rahatlama olarak kendini gösterecektir. Aslında bilinçdışınız bu şekilde cezalandırdı sizi. Bu arada, cümle size komik gelebilir. Ancak şunu unutmayın, bilinçdışınız çocuk gibidir. İlgiye ve şefkate muhtaçtır. Onunla ne kadar şefkatli konuşursanız o da sizi o kadar çok rahatlatır.

Benim ağrıyan dizime gelirsek ise. Geçe hafta -can kişi- Selim'le buluşmuştum. Selim kısa süre önce bir trafik kazası geçirdi, çok ağır acılar atlattı. Bu kazanın hatırası ise ağır aksak işleyen bir diz oldu. Geçen hafta buluştuğumuzda onu o ağır aksak işleyen dizle beşiktaş'a kadar yürütmem, zannedersem bilinçdışım tarafından hoş karşılanmadı. Sonuç olarak da beni bu şekilde cezalandırdı.

Neyse, sihirli cümleyi hazırlıyorum ve bilinçdışımın kapısını açacak olan vurşları yapıyorum
Selim'i o haliyle beşiktaş'a kadar yürüttüğüm için üzgünüm, ancak hatamı kabulleniyor, kendimi seviyor ve affediyorum.

Vee mutlu son! İlk tur sonunda dizimdeki ağrı ve boşluk hissi 4 puan azalarak 10'da 8den , 10'da 4'e düştü...

Blog için yazı arayışları ve evdeki küçük bi akşam

Blogum için güzel bir açlış yazısı düşünürken, blogun insanların anlatmak istediklerini anlatmak istediği şekilde anlatması olduğu gerçeği aklıma geldi. Gerçi pozitif bilimerle uğraşan birisi olarak anlatmak iseiklerimi anlatmamı istenilen şekilde anlatmaya alıştığım için biraz zor olacağını düşünüyorum bu işin. Ancak yaşamdan birşeyler yazsam belki bu iş biraz daha kolaylatırabilirdim. Zaten fotoğrafa bakılırsa böyle karışık bir masada birşey yazılamayacağı da kolayca görülebilmekte.



Dağınık Masa



İşte kendime getirdiğim bu özeleştiriden sonra fotoğraf makinemi kaptığım gibi dışarı çıktım. Kadraja giren ilk kurban Rıdvan oldu.

Rıdvan kendisiyle sorunları olan birisi. Aşırı baskıcı ve tutucu bir aile yüzünden içindeki özgür ruh baskılanmış, yani aktarım tektipliliği, ve bu baskılanma kendisini psikolojik sorunlar olarak dışarı vurmuş. Bu yüzden bir türlü oluşturamadağı iç huzuru onu boşluğa itmiş, derslerinden ve yaşadığı dünyadan koparmış. Yani mükemmel insan modeli bu şekilde geri tepiyor. Ancak sadece bunlara bakıp rıdvanı yargılamak doğru değil. Rıdvan, içindeki sağlam karkakterli ve iyi niyetli insan sayesinde tüm bu kusurlarını kapatmayı başarıyor.



Rıdvan

Rıdvandan kopup Can'ın odasına dalıyorum. Can evdeki kafama ve düşüncelerime en yakın bulduğum kişi. Eve ilk çıktığımızda biraz asi ve dikbaşlı bulsamda sonraları ısındım ona. Evdeki en güzel vakitleri birlikte geçirdiğimizi düşünüyorum. Gerçi alt komşu pek sevmese de sahip olduğu güzel ses çalınan bir gitarla birleştiğinde zevkli vakitler geçirmemize neden oluyordu.

 Can


Ayrıca Can evdeki en yakışıklı (tabiiki benden sonra :) ) erkektir. Zaten fotoğrafta da görülmekte kendisi. :)

Derken karşıma Alper çıkıyor. Alper, eve Okan'dan(O, narsisizmin zirvesinde yaşayan birisidir. Homo saipens olarak adlandırdığı biz insanlardan üstün bir varlık olarak ayrı bir yazı içinde anlatılmayı haketmektedir.) sonra geldi. Onu daha yeteri kadar tanıma fırsatı bulamadığım için hakkında yazabileceğim pek fazla birşey yok. Ancak dersleri ile oldukça yakın ilişkiler kuran birisi olduğu hakkında kesin bir kanaat getirebilirim.



Alper

Oldukça sessiz ve sakin birisi olduğunu da söyleyebilirim. Ayrıca konuşmasında -benimki kadar ağır ve sistemli olmasa da- akıcılık sorunu var. Tabii ki sorun bana nazaran kolaylıkla halledilebilir.













Ben

Buradaki ise ben. Evdeki kısa yolculuktan sonra odama geldim. Kara kara düşündüğüm açıkça görülmekte. Gece olunca düşünürum, elimde değil. Kendimi huzursuz hissettiğimi itiraf etmeliyim. Sıkıcı geçen günler, yaklaşan LES sınavı, hala bir çözüme ulaştıramadığım akıcılık sorunu, güzel bi bi blog yazısı yazamama ve çok sevdiği bir arkadaşı tarafından engellenmenin verdiği hüzünle karışık bir halde geçrimekteyim gecemi.